Hâtim-i Esam hazretleri, hocası Şakîk-i Belhî hazretlerinin yanında 33 sene kalır, ilim tahsil eder. Hocası, bu zaman içinde ne öğrendiğini sorduğu zaman, sekiz şey öğrendiğini söyler ve bunları hocasına şöyle arz eder:
-Efendim, öğrendiklerimden birincisi, insanlara baktım, herkesin bir şeyi seçip sevdiğini gördüm. Seçtikleri ve sevdikleri şeyler, onlara mezâra girinceye kadar, arkadaşlık ediyor. Kendi kendime dedim ki, dünyâda öyle bir dost seçmeliyim ki, mezâra benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin. Aradım, taradım, ALLAHü teâlâya yapılan ibâdetlerden başka sâdık dost bulamadım ve ibâdetlere sarıldım.
Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerîmenin meâlini düşündüm:
(ALLAHü teâlâdan korkarak nefislerine uymayanlar, elbette Cennete gideceklerdir.)
Kur’ân-ı kerîmin doğru olduğuna tâm inandım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamaya karar verdim.
“Sizden ayrılacaktır!”
Efendim, öğrendiklerimin üçüncüsü; herkesi dünyâda bir sıkıntıya girmiş, dünyâlık toplamaya uğraşıyorlar gördüm. Sonra bir âyet-i kerîmenin meâlini düşündüm:
(Dünyâ malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmayacak, sizden ayrılacaktır! Ancak ALLAH rızâsı için yaptığınız iyilikler ve ibâdetler sizinle berâber kalacaktır!)
Dünyâ için topladıklarımı, ALLAH yolunda harcadım, fukarâya dağıttım!
Efendim, dördüncü olarak, insanların birbirlerini beğenmediklerini gördüm. Buna sebep, birbirlerine hased etmeleri olduğunu anladım. Ve bir âyet-i kerîmenin meâline dikkat ettim:
(Dünyâdaki maddî, ma’nevî bütün rızıklarını aralarında taksîm ettik.)
Herkesin ilim, mal, rutbe, evlât gibi rızıklarının dünyâ yaratılmadan evvel, ezelde taksîm edildiğini, çalışmayı, sebeplere yapışmayı emrettiğinden, ALLAHü teâlâya itâat etmiş olmak için çalışmak lâzım geldiğini, hased etmenin zararlı ve lüzûmsuz olduğunu anladım. ALLAHü teâlânın ezelde yaptığı taksîme ve çalışınca Rabbimin gönderdiğine râzı oldum. Böylece herkesi sevdim ve sevildim.
Efendim, öğrendiklerimin beşincisi; çok kimsenin, insanlık şerefini, kıymetini, âmir, müdür olmakta, insanların kendilerine muhtâç olduklarını ve karşılarında eğildiklerini görmekte zannettiklerini ve bununla öğündüklerini gördüm. Bazıları da, kıymet ve şeref, çok mal ve evlâd ile olur sanarak, bunlarla iftihâr ediyorlar. Bir kısmı da, insanlık şerefi, malı, parayı insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf etmektir sanarak, ALLAHü teâlânın emrettiği yerlere ve emrettiği şekilde harcedemiyorlar ve bununla öğünüyorlar gördüm. Sonra şu âyet-i kerîmenin meâlini düşündüm:
(En şerefliniz ve en kıymetliniz, ALLAHü teâlâdan çok korkanınızdır.)
İnsanların yanıldıklarını, aldandıklarını anladım ve takvâya sarıldım. Rabbimin affına ve ihsânlarına kavuşmak için, Ondan korkarak İslâmiyetin dışına çıkmadım, harâmlardan kaçtım.
Efendim, altıncı olarak; insanların, birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikerek, fırka fırka ayrılarak, birbirlerine düşmanlık ettiklerini gördüm. Ve şu âyet-i kerîmenin meâlini düşündüm:
(Sizin düşmanınız şeytândır. Yanî sizi, ALLAH yolundan, Müslümânlıktan ayırmak için uğraşanlardır. Bunları düşman biliniz.)
Kur’ân-ı kerîmin doğru söylediğini bildim, şeytânı ve onun gibi Müslümânlarla uğraşanları düşman bilip, sözlerine aldanmadım. Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdiği yoldan ayrılmadım. Nitekim, bir âyet-i kerîmede meâlen;
(Ey Âdemoğulları! Şeytâna tapmayınız, o sizin en belli düşmanınızdır, diye, sizden söz almadım mı idi, bana itâat, ibâdet ediniz! Kurtuluş yolu, ancak budur) buyurulmaktadır.
Onun için, Müslümânları aldatmaya uğraşanları dinlemedim ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâplarından ayrılmadım.
“Zillete katlanıyorlar!”
Efendim, öğrendiklerimin yedincisi; herkes yiyip içmek, para kazanmak için uğraşıyor. Bu yüzden harâm ve şüpheli şeyleri de alıyorlar ve zillete, hakâretlere katlanıyorlar. Bir âyet-i kerîmenin şu meâlini düşündüm:
(ALLAHü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yer yüzünde bir canlı yoktur.)
Kur’ân-ı kerîmin doğru olduğunu ve o canlılardan biri olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine güvenerek, Onun emrettiği gibi çalıştım.
Efendim, sekizinci olarak; herkesin, bir kimseye veyâ bir şeye güvendiğini gördüm. Bir âyet-i kerîmenin şu meâlini düşündüm:
(ALLAHü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zamân imdâdına yetişir.)
Her zamân ve her işimde yalnız ALLAHü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, fakat yalnız Ondan istedim...
Şakîk-i Belhî hazretleri bunları dinleyince;
-Yâ Hâtim! ALLAHü teâlâ, her işinde imdâdına yetişsin, ne iyi ve ne güzel yapmışsın, buyurur.